Yüce Allah aşağıdaki ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır;
Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet Arapça okunuş Meal |
282|2|275|ٱلَّذِينَ يَأْكُلُونَ ٱلرِّبَوٰا۟ لَا يَقُومُونَ إِلَّا كَمَا يَقُومُ ٱلَّذِى يَتَخَبَّطُهُ ٱلشَّيْطَٰنُ مِنَ ٱلْمَسِّ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوٓا۟ إِنَّمَا ٱلْبَيْعُ مِثْلُ ٱلرِّبَوٰا۟ وَأَحَلَّ ٱللَّهُ ٱلْبَيْعَ وَحَرَّمَ ٱلرِّبَوٰا۟ فَمَن جَآءَهُۥ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِۦ فَٱنتَهَىٰ فَلَهُۥ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُۥٓ إِلَى ٱللَّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُو۟لَٰٓئِكَ أَصْحَٰبُ ٱلنَّارِ هُمْ فِيهَا خَٰلِدُونَ Ellezîne ye’kulûne r-ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel messi, zâlike bi ennehum kâlû innemâl bey’u mislu r-ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harrame r-ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selefe, ve emruhû ilâllâhi, ve men âde fe ulâike ashâbun nâri, hum fîhâ hâlidûn. Kimseler ki yerler ribâ; kalkmazlar dışında kalkan kimse gibi, çarpar onu şeytan dokunuşla; bu, dedikleri içindir onların: “Doğrusu satış misalidir/benzeridir ribâ”; ve helal kıldı Allah satışı ve haram kıldı ribâyı; öyle ki Rabbinden kendisine bir uyarı/bir ihtar gelmiş olan kimse; öyle ki men etti/uzak durdu (ribâdan), o durumda onadır geçmişteki; ve onun emri/işi Allah’ın üzerinedir; ve kimse geri döndü (ribâya); o durumda onlar ashabıdır/arkadaşlarıdır ateş; onlar içinde onun (ateşin) ölümsüzler. |
283|2|276|يَمْحَقُ ٱللَّهُ ٱلرِّبَوٰا۟ وَيُرْبِى ٱلصَّدَقَٰتِ وَٱللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ Yemhakullâhu r-ribâ ve yurbî s-sadakâti, vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm. Yok eder/siler Allah ribâyı ve ribâ eder/artırır/çoğaltır sadakaları; ve Allah sevmez hiçbir günahkâr kâfiri (gerçeği gizleyeni/örteni). |
285|2|278|يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ ٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَذَرُوا۟ مَا بَقِىَ مِنَ ٱلرِّبَوٰٓا۟ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve zerû mâ bakiye mine r-ribâ in kuntum mu’minîn. Ey iman etmiş kimseler! Takvalı olun Allah'a ve bırakın/terk edin geride kalmış olanı ribâdan; eğer olmuşsanız inananlar. |
423|3|130|يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ لَا تَأْكُلُوا۟ ٱلرِّبَوٰٓا۟ أَضْعَٰفًا مُّضَٰعَفَةً وَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulu r-ribâ ad’âfen mudâafeten, vettekûllâhe leallekum tuflihûn. Ey inanmış kimseler! Yemeyin ribâ; katmerli katlar; ve takvalı olun Allah'a; belki felaha ulaşırsınız/başarısınız. |
654|4|161|وَأَخْذِهِمُ ٱلرِّبَوٰا۟ وَقَدْ نُهُوا۟ عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَٰلَ ٱلنَّاسِ بِٱلْبَٰطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَٰفِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا Ve ahzihimu r-ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtılı. Ve a’tednâ lil kâfirîne minhum azâben elîmâ. Ve almaları ribâ; mutlak menedildiler ondan; ve yemeleri mallarını insanların haksızlıkla; ve hazırladık onlardan kâfirler (gerçeği örtenler/gizleyenler) için acı/elem bir azap. |
3446|30|39|وَمَآ ءَاتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَا۟ فِىٓ أَمْوَٰلِ ٱلنَّاسِ فَلَا يَرْبُوا۟ عِندَ ٱللَّهِ وَمَآ ءَاتَيْتُم مِّن زَكَوٰةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ ٱللَّهِ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُضْعِفُونَ Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâhi, ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud’ıfûn. Ve verdiğiniz ribâdan, ribâ olması/artması/çoğalması için insanların malları içinde; öyle ki ribâ olmaz/artmaz/çoğalmaz Allah katında; ve verdiğiniz zekâttan -arzularsınız Allah'ın yüzünü-; öyle ki işte onlar; onlar kat kat katlayanlardır. |
(ٱلرِّبَوٰا۟) r-ribâ, (يُرْبِى) yurbî ve (رِّبًا) riben kelimesi kökü (ربو) artırmak (to increase), büyütmek (grow), geliştirmek (grow up), aşmak (exceed), tefecilik yapmak (usury), çoğaltmak (augment) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 375 (of 1303)
(أَضْعَٰفًا) ad’âfen ve (مُّضَٰعَفَةً) mudâafeten kelimesi kökü (ضعف) ikiye katlamak (double), çarpmak-bir şeyi katlayarak artırmak (multiply) anlamındadır. Hans Wehr 4th ed., page 633 (of 1303)
Yüce Allah’ın izni ile ayetleri incelemeye başlayalım;
Öncelikle en önemli sorumuzu soralım; ribâ nedir?
Kelimenin anlamı düşünüldüğünde; ribâ kelimesi borç olarak verilen bir şeyin vadesi geldiğinde geri alınırken fazlalıklı olarak, artmış olarak geri alınmasıdır. Kısacası tefecilikten elde edilen haksız kazançtır.
Modern tefecilik nedir? Kısaca cevaplayalım;
Paraya ihtiyacı olan bir kimseye o toplumdaki enflasyon (paranın değer kaybı) oranının çok çok üstünde bir faizle borç para vermektir.
Eski dönemlerde tefecilik nasıldı?
Kuran’dan anlıyoruz ki o dönemde insanlar birbirlerine borç veriyormuş (2:282). Hatta bu borç vermenin yazılması gerektiği, şahitler eşliğinde yapılması gerektiği Kuran’da bildiriliyor (2:282). Kuran’ın indiği dönemde verilen borç o günün parası, değerli madenleri (altın/gümüş) veya mal (tahıl-hurma gibi ürünler vb.) olabilir. Anlaşılıyor ki bazı kimselerin bu borç verme işlerini tefecilik seviyesinde yaptıkları anlaşılıyor. Örneğin; borç olarak 10 birim bir mal verdiklerinde, vadesi gelince verilen 10 birim maldan daha fazla olacak şekilde mal alıyorlarmış.
Yüce Allah ribâyı kesin olarak yasaklıyor. Haram kılıyor. Büyük bir günah olduğunu bildiriyor. Yüce Allah’a ve resûlüne karşı bir savaş ilanı olacağını bildiriyor.
Ribâ çok büyük bir günahtır; Yüce Allah’a ve resûlüne savaş açmak olarak tanımlanmıştır.
Yüce Allah aşağıdaki ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır;
Kuran Ayet No|Sure No|Ayet No|Ayet Arapça okunuş Meal |
286|2|279|فَإِن لَّمْ تَفْعَلُوا۟ فَأْذَنُوا۟ بِحَرْبٍ مِّنَ ٱللَّهِ وَرَسُولِهِۦ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَٰلِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ Fe in lem tef’alû fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlihî, ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum, lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn. Öyle ki, eğer yapmazsanız (ribâ almayı bırakmazsanız); o durumda haberdar edilirsiniz bir savaşla Allah ve resulünden; ve eğer tevbe ederseniz; o durumda sizleredir ana mallarınız; zulmetmezsiniz ve zulmedilmezsiniz. |
Yukarıdaki ayetler açık olarak bildiriyor ki ribâ yemek çok büyük bir günahtır, kesinlikle haram edilmiştir (2:275). Ribâ yemenin Yüce Allah’a ve resûlüne savaş açma ilanı olduğu çok güzel bir şekilde bildiriliyor (2:279). Bu da ribânın Yüce Allah’ın dinine zarar verme ihtimalinin olduğunu bize bildirir. Bu da ribânın bireysel yıkıma neden olduğu kadar toplumsal yıkıma da neden olmasındandır. Kuran’da Yüce Allah ve resûlü geçişinin kamu gücünü de işaret ettiğini bazı ayetlerden anlıyoruz (8:1). Böylece anlarız ki kamu gücü ribâyla savaşmalıdır. Günümüzde kamu güçleri olan yönetimler (devletler) tefecilikle savaş için bazı kanunlar çıkarıyor (Türk Ceza Kanunu Madde 241). Güzel bir şey bu. Kuran’a uygun. Toplumu ribâdan korumak çok önemli.
Ribâ men edilecektir (4:161).
Bir birey ribâya asla yaklaşmayacaktır. Sadece kendisi uzak durmayacak toplumu da ribâdan uzaklaştırmaya çalışacaktır.
Ribânın haram olduğunu bilmeden ribâ yemiş olanlar ne yapacak?
Ribânın haram olduğunu öğrendikten sonra artık ribâya asla dönülemez. Daha önceden, haram olduğu bilinmezken yenmiş olan ribâya yapılacak bir şey yoktur (2:275). Geçmişte kalan şeyler artık o kimseye aittir. Ancak Yüce Allah yine de hükmünü verecektir (2:275).
Ribânın haram olduğunu bile bile ribâ yiyenlerin yeri ateştir;
Yüce Allah açıkça buyuruyor ki ribâyının haram olduğu bilgisi kendisine geldikten sonra bile bile ribâ yiyenlerin yeri artık ateştir (2:275). Yani cehennemdir. Ribâ yemenin büyük bir günah olduğu bu noktadan da anlaşılabilir. Kuran’da cezasının direkt olarak cehennem olduğunun bildirildiği nadir günahlardan bir tanesidir.
Ribâ yiyenler şeytanın etkisi altındadır (2:275);
Ribâ yiyenlerin Yüce Allah’ın koruması altına giremedikleri kesindir. Bu kimseler şeytanın etkisi altındadır. Bu nedenle kılavuzları şeytandır. Ribâ yerlerse başka günahları da işlemeleri büyük olasılıktır. Ribâ yiyen kimse asla bir mümin olamaz.
Yüce Allah yok eder/siler ribâyı ve ribâ eder/artırır/çoğaltır sadakaları (2:276);
Yüce Allah ribânın bir kimseye hiçbir getiri sağlamayacağını açık bir şekilde bildiriyor. Ribâ alan bir kişi malını/parasını çoğaltıyormuş gibi sansa da Yüce Allah ribâyı yok edecektir, silecektir.
Bir kimse için asıl artan/çoğalan şey verdiği sadakalardır. Kuran’daki sadaka kavramı yanlış anlaşılmıştır. Dilenciye verilen bozuk paraları sadaka diye bizlere sunmuşlardır. Ancak sadaka çok farklı anlamda işaret edilmiştir Kuran’da.
Kısaca;
Kuran’dan öğreniyoruz ki sadakalar 3 çeşittir.
- Sadaka-1: Kamu yönetiminin topladığı bir gelir vergisi türü.
- Sadaka-2: Kamudan talepleri olan kişi ve kurumların kamu yönetimi ile görüşmeden önce vermesi gereken sadaka vergisi.
- Sadaka-3: Kişinin kendisinin sadaka vergisi vermesi.
Ribâ ile ilgili işaret edilen ayetlerde zekât ile birlikte geçtiği için (30:39) bu ayetlerde işaret edilen sadakanın 1 ve 3. tür sadaka olduğu anlaşılır.
Sadaka ile ilgili detaylı bilgi almak için lütfen aşağıdaki makaleyi okuyunuz.
Verilen zekâtın kat kat artacak olması;
30:39 ayetinde “ve verdiğiniz zekattan -arzularsınız Allah'ın yüzünü-; öyle ki işte onlar; onlar kat kat katlayanlardır.” buyrulmaktadır. Zekâtın her türlü kazançtan kamu yönetimine toplumun hakkı olan pay vermek olduğunu görmüştük. Kısacası zekât vergidir.
Detaylı inceleme için lütfen aşağıdaki makaleyi okuyunuz.
Açıktır ki zekât olarak verilen her ne ise Yüce Allah zekâtı veren kimseye kat kat olacak şekilde onu geri verecektir.
Ribânın katmerli oluşuna işaret;
3:130 ayetinde ‘yemeyin ribâ; katmerli katlar’ buyrulmaktadır. ‘ad’âfen mudâafeten’ geçişi ‘katmerli katlar’ demektir. Kat kat fazlalık demektir. Bu da tefeciliğin işaret edildiğine dolaylı olarak bir işarettir. Verilen bir malın katlanarak artması ancak tefecilik ile olabilir.
Bütün bu anlatımdan sonra gelelim en önemli konuya;
Ribâ ile faiz aynı şey mi?
Ribâ kelimesini nerede görseler ‘faiz’ olarak anlayan insanların düştüğü en büyük yanlış paranın değerinin değişken olduğunu, enflasyon ile paranın alım gücünün azaldığını dikkate almamalarıdır.
Hemen söyleyelim; faiz oranı toplumdaki enflasyon (paranın değer kaybetme) oranında ise ribâdan söz etmek asla söz konusu değildir. Ancak her ne şekilde olursa olsun faiz oranı toplumdaki enflasyon (paranın değer kaybetme) oranından yüksek ise ribâ söz konusu olur.
Ribâda önemli olan alım gücünün artıp artmadığıdır. Malın çoğalıp çoğalmadığıdır.
Çok kısa ve anlaşılır olarak anlatalım;
Bir kişi bir kişiye diyelim ki 10 ekmek borç versin. 1 yıl sonra 10 ekmek geri alması gereklidir. 10 ekmek yerine 1 yıl sonra 11 ekmek alırsa aldığı 1 ekmek ribâ olur. Bir kişinin ribâ yememesi için 1 yıl sonra yine 10 ekmek alması gereklidir. Yani ekmek sayısı borç verildi diye artmamalıdır. 10 ekmek verildiyse 10 ekmek geri alınmalıdır. Emek harcanmadan, sadece borç verildi diye 10 ekmek 11 ekmek olmamalıdır.
Durum bu kadar basittir. Ribâ herkesin anlayabileceği bir şeydir aslında. O durumda soru şudur? Neden hala kafa karışıklığı var?
Kafa karışıklığına neden olan şey paradır. Paranın değeri sabit değildir. Para herkesin malumudur ki ülkelerin merkez bankaları tarafından basılır. Basılıp piyasaya sürülünce piyasadaki para miktarı artar. Böylece paranın satın alabileceği değerlerin miktarı azalır. Şöyle ki; diyelim ki 10 ekmeği borç olarak verdiğimiz tarihte onları almak için fırına 10 para ödedik. Borç verdiğimiz kişi 1 yıl sonra bize geri vereceği 10 ekmeği almak için fırına gittiğinde 10 ekmek almak için 11 para ödeyecek. Neden? Çünkü merkez bankası bu esnada para bastı ve paranın alım gücü %10 azaldı. Kısacası enflasyon %10 olarak gerçekleşti.
Açıkça görülür ki ekmek yerine bir kişiye 10 para veren bir kişi 1 yıl sonra borç verdiği kişiden 11 para almalıdır. Çünkü 10 para alsa fırına gittiğinde ancak 9 ekmek alabilir. Bu durumda ne oldu? Borç veren kişi zarar etti. Ziyana uğradı. Haksızlığa uğradı. Yüce Allah haksızlığı emreder mi? Asla. Demek ki ayetler yanlış anlaşıldığı için, ayetlerin günümüze yansımaları iyi anlaşılmadığı için günümüzdeki enflasyon oranındaki faiz olarak bilinen uygulama ribâ ile karıştırılıyor.
Günümüzde enflasyon oranı (paranın değer kaybı oranı) merkez bankası tarafından belirlenir. Merkez bankası yukarıdaki örnekteki gibi paranın 1 yılda yaşadığı değer kaybını yaptığı analizler ile belirler. Böylelikle kesin olarak anlarız ki; bir kişi bir kişiye değeri değişebilen bir şey olan parayı borç olarak veriyorsa, vade sonunda verdiği paranın üzerine enflasyon farkı, yani paranın değer kaybetme oranı eklenmelidir ki borç veren zarara uğramasın, hakkı yenmesin.
Para ile yapılan işlemlerde faiz oranı paranın yaşamış olduğu değeri kapatmak içindir. Unutulmamalıdır ki; faiz oranları enflasyon oranına eşit olmalıdır. Enflasyon oranından fazla faiz almak ribâya girecektir.
Ara sonuç olarak; para ile yapılan borçlanmalarda enflasyon oranında faiz alınması asla ribâ değildir. Ortada haksız olarak kazanılan bir şey yoktur. 10 ekmek=10 ekmek durumu vardır.
Kuran’a uygun olan bankacılık sistemi;
Bankalar paraya ihtiyacı olan kimse ile parası olan kimseyi buluşturan, kamu gücünün kontrolü altında olan kurumlardır. Aslına bakılırsa, Kuran’a göre düzenlenmiş bir bankacılık sistemi sağlıklı bir toplum için gereklidir. Müminler Kuran’a uygun olan kendi banka sistemlerini mutlaka kurmalıdır. Ribâyla savaş için. Tefecilikle savaş için. Kuran’a uygun bir bankacılık sistemi paraya ihtiyacı olan vatandaşı tefecilerin zulmünden kurtaracaktır.
Not: Bu makalede ideal olan bankacılık sistemi üzerinden ilerlemek istiyorum.
Paraya ihtiyacı olan bir kimse olmak gerçekten zor. Yüce Allah yardımcıları olsun. Bu adam ne yapacak? Tanıdıklarından borç para isteyecek. Diyelim ki tanıdıklarından borç para bulamadı. Bu kimse ne yapacak? Sokağa çıkıp tanımadıkları kimselerden borç para mı isteyecek? Hangi kimse tanımadığı bir kişiye borç para verir? Hiç kimse. O zaman borçlu olan kimse mecburen bir tefeci arayışına girecek. Duyduğu bilgilerle bir tefeciye gidecek. Tefeci de acımasız faiz oranları ile bu kimseye para verecek, hem de toplumdaki mevcut enflasyonun kat ve katı yüksek bir oranda. Borç alan kişi batacak. Aldığı parayı ödemesi mümkün değil. Tefeci de adamın tüm malına el koyacak. Durum içler acısı. Kuran bize ne emrediyor? Ribâya yani tefeciliğe karşı savaş açın diyor. Hatta kamu gücü savaş açsın diyor. Ribâya karşı savaş açmak tefeciliği sadece yasaklamakla olmaz. Onu tam olarak bitirecek bir sistem kurmalıdır. Bu da paraya ihtiyacı olan insanlara borç para verecek bankaları kurmamız gerekli demektir. Soru şudur? Bu bankalar borç olarak verilecek olan parayı nereden bulacak? Tabi ki parasını borç olarak vermek isteyen kimselerden. Bu kurumlar kamuya ait veya özel kurumlar olabilir. Kamu bankası ve özel banka olabilir.
İşleyiş şu şekilde olmalıdır;
Diyelim ki 1 yıl süre ile 10 para borç para vermek isteyen kimse gidip bankaya bu 10 parasını 1 yıllığına yatırır. Paraya ihtiyacı olan kimse de bu bankaya başvurur. 10 paraya ihtiyacı olduğunu, 1 yıl sonra geri ödeyeceğini belirtir. Banka kasasındaki mevcut 10 parayı ihtiyacı olan kimseye 1 yıllığına verir. 1 yılın sonunda enflasyon oranı yani paranın alım gücünün azalma oranı kadar bir oran borçludan istenir. Diyelim ki enflasyon o toplumda %10 olsun. Borçlu aldığı borcu bankaya 11 para olarak öder. Fazla ödediği 1 para enflasyondan kaynaklanan değer kaybının yerine konmasından başka bir şey değildir. Banka aldığı 11 parayı borç verilmesi için bankaya 10 para yatırmış kimseye verir.
Böylece bankaya borç vermesi için para yatıran kimsenin parası enflasyondan etkilenmez. Değerini kaybetmez. Değer de kazanmaz. Bankadan kredi alan kimse de aldığı paranın değerinden fazla para ödememiş olur.
Ancak bu noktada bir soru akla geliyor. Bankanın verdiği bu hizmetleri devam ettirebilmesi için mutlak şekilde bir gelir etmesi gereklidir. Çalışanları olacaktır, konut kira bedelleri olacaktır. Geri dönmeyen krediler olacaktır. Bu hizmetin bedeli kimden karşılanmalıdır?
Günümüzdeki bankacılık sisteminin en sakat yeri işte burasıdır. Kamu bankaları dahil olmak üzere birçok banka kredi çekenlere enflasyon oranından daha yüksek faiz uygulamaktadır. Şöyle ki; parasını bankaya yatıran bir kimseye enflasyon oranı (yukarıdaki örnekte %10) kadar para ödenirken, kredi çeken kimselerden daha yüksek oranlarda (örneğin %15 veya %20) faiz talep edilmektedir. Aradaki faiz farkını da hizmet bedeli olarak banka almaktadır. Bankanın kredi çekenden aldığı bu hizmet bedeli bankanın gerçek emeğinden fazla ise banka ribâ yemiş olur. Hak ettiğinden daha fazla parayı borç içinde olan kimseden almış olur.
Gönül ister ki kamu gücü bankacılık hizmetinden hiçbir ücret almasın. Nasıl ki eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlar kamu tarafından ücretsiz olarak karşılanıyor, kamu bankaları da hiçbir ücret almadan paraya ihtiyacı olanla borç vereni buluştursun. Bu şekilde olursa harika bir sistem olur. Bankaya 10 ekmek yatıran 1 yıl sonra 10 ekmek almış olur. Bankadan 10 ekmek borç alan da 1 yıl sonra 10 ekmek geri ödemiş olur bankaya.
Kamu ücretsiz olarak karşılayamayacak ise banka yapmış olduğu hizmetin tam olarak karşılığını olan ücreti bankadan kredi olarak çeken kimseden talep etmelidir. Aksi düşünülemez. Yani ücretin borç para verilmesi için parasını bankaya yatıran kimseden talep edilmesi mantıklı değildir. Çünkü parayı kullanacak olan kredi çeken kimsedir. Banka emeğinden fazla ücret talep etmez ise ribâ yememiş olur.
‘Doğrusu satış misalidir/benzeridir ribâ’ söylemi (2:275);
Bunu söyleyenler ribâya/tefeciliğe bir kılıf uydurmak isteyen kimselerdir. Bu kimseler şu şekilde düşünüyor olabilir;
Alış verişte şu bir gerçektir ki bir tüccar/esnaf 10 paradan aldığı 10 kilo elmayı tezgahına koyar ve belirli bir süre sonra kârını da üstüne ekleyerek tamamını 12 paraya satar. Kısa bir süre içinde enflasyon oranının çok üzerinde bir kazanç sağlar. İşte ribânın/tefeciliğin de satış gibi olduğunu düşünen bu insanlar benzer şekilde düşünürler. Onlar borçlu olan kimseye para satışı gerçekleştirdiklerini düşünürler. 10 paralarını 12 para olarak sattıklarını düşünürler. Ancak kendilerini kandırdıklarını farkında bile değillerdir.
Yüce Allah satışı helal kıldığını buyuruyor. Mutlaktır ki esnafların/tüccarların yaptığı, fahiş fiyatlar olmadığı sürece satış helaldir. Satışta her zaman bir risk mevcuttur. 10 kilo elmanın hepsini satabilecek garantisi yoktur. Satış yaparken tüccar/esnaf bir emek harcamaktadır. Kira ödemektedir. Bu nedenle satış şüphesiz helaldir. Tefecilikte ise emek yoktur. Başkasının emeği üzerinden haksız bir kazanç vardır. Bu nedenle Yüce Allah’ımız tefeciliği haram kılıyor.
En doğrusunu Allah bilir.